Dünya halklarının ayağa kalktığı, İsrail'in soykırım suçuyla yargılandığı, arkasındaki ABD, İngiltere ve Almanya gibi küresel emperyalist güçlerin öğrenci isyanlarıyla sarsıldığı bir zaman diliminde kendisini Türkiye'nin "sosyal demokrat ve sol" partisi olarak niteleyen CHP'nin İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu şöyle diyordu:
"Hamas tabii ki bizim çok üzüldüğümüz bir saldırıyı İsrail'de yaptı. Ve bu terör uygulamalarını yapan, insanları topluca öldüren her türlü yapı bizim nezdimizde terör örgütüdür."
Zamanlama gerçekten manidardı. Bir yanda 7 Ekim saldırısını gerçekleştiren Hamas, diğer yanda o günden sonra Gazze'yi yakıp yıkan, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 40 bine yakın insanı katleden bir İsrail vardı.
Ama nedense İmamoğlu, 6 ay sonra İsrail'in işgalini, soykırımını değil de Hamas'ın "terör" örgütü olmasını "hatırlıyor" ve onu öne çıkartıyordu. Bu bilinçli bir tercihti...
Burada sorulması gereken soru şu: Neden dünyanın solcuları İsrail'in soykırımına karşı ayağa kalkarken Türkiye'nin en büyük "sol" partisi olduğunu söyleyen CHP'nin önde gelen siyasi aktörleri susuyor, hatta tam tersi Hamas'ı suçluyordu?
Oysa dünyanın gerçek solcuları, tıpkı Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva gibi asıl İsrail'in soykırım yaptığını görüyor ve karşı çıkıyordu:
"Gazze Şeridi'nde olanlar bir savaş değil. Bu bir soykırım."
Bunu dediği için de İsrail'de "istenmeyen adam" ilan ediliyordu. Benzer bir tepkiyi İspanya'nın sosyalist Başbakanı Pedro Sanchez de verdiği için aylardır kara bir kampanyanın hedefinde. Ama pes etmedi ve en son mecliste yaptığı hararetli konuşmasıyla adeta meydan okudu:
"İsrail'in tamamen orantısız yanıtı on yılların insani hukukunu altüst etti. Bu, Ortadoğu'yu ve sonuç olarak da tüm dünyayı istikrarsızlaştırma tehdidinde bulunuyor."
Belçika ve İrlanda'nın solcuları da İsrail soykırımı karşısında benzer tavır aldılar.
Sadece sol, sosyal demokrat partileri değil geçen yıl Güney Afrika Cumhuriyeti, devlet olarak öncülük yaptı ve İsrail'in soykırım suçundan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağladı. Türkiye de bu yargılamaya destek vermiş, mahkemeye ciddi belgeler sunmuştu. Dün yapılan açıklamaya göre de Türkiye, İsrail'in soykırım davasına müdahil olacaktı.
Bu davaya Avrupa ve Latin Amerika'daki yaklaşık 20 ülkeden 80 siyasi lider de katılmış, hatta Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Karim Ahmad Khan'a yazdıkları mektupta açık açık şöyle demişlerdi:
"İsrail'in Gazze'deki soykırımı durdurulsun ve Başbakan Binyamin Netanyahu ile hükümetindeki diğer sorumlular yargılansın."
Bunlar arasında solcu Podemos lideri ve İspanya Sosyal Haklar Bakanı Ione Belarra, İngiltere İşçi Partisi'nin tarihi liderlerinden milletvekili Jeremy Corbyn, Belçika İşçi Partisi Genel Sekreteri Peter Mertens gibi önemli isimler de vardı.
Siyasi ve vicdani açıdan insanlık büyük bir sınav veriyordu. Dünya halkları, çok sayıda aydın ve akademisyen, önemli sol partiler ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Brezilya Devlet Başkanı Lula gibi birçok devlet başkanı açık ve net biçimde İsrail'i soykırım yapmakla suçluyor ve arkasındaki küresel güçlere karşı çıkıyordu.
Tarih bunu yazacağı gibi sinenleri ve korkanları da yazacak. En başta da Almanya'nın Sosyal Demokrat Parti lideri Olaf Scholz gibi sinik "sosyal demokrat" aktörleri... Hadi Scholz ve ülkesi Almanya, ABD'ye göbekten bağlı ya da Başkan Erdoğan'ın yüzlerine karşı söylediği "Biz holokost cenderesinden geçmedik" hatırlatmasındaki gibi derin bir eziklik içinde, peki bizdeki sosyal demokratlar neyin ezikliğini yaşıyor ve nasıl bir bağlılık içinde?